Duygusal
Aşka Yürek Gerek
İlk önce şu soruları kendi kendinize bir sorun:
-Hiç âşık oldunuz mu?
-Eğer oldunuzsa veya olduğunuzu düşünüyorsanız nasıl bir duygu?
-Kendinizi mi buldunuz, yoksa kendinizi mi kaybettiniz, ya da kendinizden mi geçtiniz?
Evet, her insan karşı cinsten birine karşı az çok bir takım sıcak duygular hissetmiştir. Bu duygular kimi zaman hoşlanmadır, kimi zaman sevgi, kimi zaman sevdâ, kimi zaman da aşktır.
Sevgi, dilimizdeki en önemli ve en çok kafa karıştıran sözdür. Hem dünyevî, hem de dînî düşünürler sevginin hayatımızda ana rolü oynadığı konusunda hemfikirler. Bize sevginin çok görkemli bir şey olduğu ve dünyayı döndürenin sevgi olduğu söylenir. Binlerce kitap, şarkı, dergi ve filme bu sözle lezzet katılır.
Sevildiğini hissetmek insanın birinci derecedeki bir duygusal ihtiyacı. Sevgi uğruna dağları denizleri aşar, çölleri yürüyerek geçer, anlatılamayacak güçlüklere katlanırız. Sevgisiz dağlar aşılamaz, denizler geçilemez, çöller dayanılmaz ve zorluklar yenilmez olurlar. Ermiş kişiler, sevgi ile beslenmemiş tüm insanların başarılarının sonuçta boş olduğunu söyleyerek sevgiyi yüceltmişlerdir.
İnsanlık oyununun son sahnesinde şu üç karakterin kalacağı söylenmiştir:
-İnanç
-Umut
-Sevgi
Bunların en önemlisi sevgidir.
Şu benzetmeyi duyduğumda çok hoşuma gitmişti: “Her çocuğun içinde bir sevgi ile doldurulmayı bekleyen bir duygu deposu vardır. Bir çocuk gerçekten sevildiğini hissederse, normal olarak gelişecektir. Fakat sevgi deposu boş olduğu zaman, çocuk yanlış davranışlarda bulunacaktır. Çocukların yaramazlıklarının çoğuna boş bir sevgi deposunun özlemi yol açar.”
Sevginin aşırısı aşktır. Araplar aşk kelimesini bir ağaca sarılarak kuruyup giden sarmaşıklar için kullanırlarmış.
Ben de genel olarak aşk üzerinde duracağım biraz… Aslında aşkın bugüne kadar tam bir târifi yapılabilmiş değil. Yaşamayanlar zâten târiften âciz, yaşayanlarsa târiften ziyade mısralara dökmüşler duygularını.
Fuzûli, “Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir…” derken aşkı târif etmeye çalışmış. Gerçekten de aşkın dünyasında sevinç ve keder, zaman ve mekan, kayıp ve kazanç denen şeyler yok. Aşkta uzak ve yakın, iyi ve kötü, gerçek ve yalan da bildiğimiz anlamlarından farklı anlamlar kazanmış. Çünkü aşk, bütün bu kavramları silip yok ediyor.
Aşkta hür olmak için aklın dizginlerinden sıyrılmak şart. Akla göre akılsızlık ne ise, aşkın gözünde akıl da öyledir.
Aşkla insan büyük bir değişiklik yaşar. Yüreklere bir kıvılcım düşmeye görsün, ılık sancılar dolaşır damarları. Âşık insan, sevdiği kimse için yanmaya başlar. Sevdâ ince bir meltem gibi eser gönülde. Ah, hele bir de ulaşılamıyorsa sevgiliye. O zaman hasret yazılara yüklenir, şiirlere yüklenir. Her satırında âşık sevgiliye sitem edecektir. Özlemi sitemiyle aynı kulvarda yol alacaktır.
***
Âşık olduğumuz zaman sevgilinin olağanüstü olduğuna inanırız. Sevdiğimiz kişilerin bazı kusurlarını görürsek bunların önemsiz şeyler olduğunu, sevdiğimiz kişinin sevimliliğine ayrı bir hava kattığını düşünürüz.
Aşk kişiliği yok etmez, aksine geliştirir. Kişiliği yok etmez, aksine zenginleştirir. Fakat sevdâ dediğimiz şey herkese aynı uslulukla yaklaşmaz. Kimine bir fırtına gibi eser, dağıtır gönül bahçelerini… Kimi zaman gökyüzünde ışıl ışıl bir yıldız olur sevgili, el ermez.
Sevdiğine ulaşamayan âşık, acze düşüp hem ağlayacak, hem ağlatacaktır. Birazcık ümidi olsa dağları delecektir Ferhat misali…. Ve sevdiğinde ufacık bir teselli bulabilse, çöllere düşecektir Mecnun misali… Ya ümit yoksa, ya teselli vermiyorsa sevgili? Hele bir de tek yanlıysa sevdâ? İşte o zaman yanmıştır âşık… Kerem gibi değildir bu, Kerem’in kendine sadık, ömrünü uğruna harcayan Aslı’sı vardı. Ama bu öyle değil. Kibrin en karasını giyinen sevgili, burnu havalarda ve güzelliğinden eminse, yanmıştır âşık…
Bazen dili tutulur âşığın, derdini içine gömer ve bir kor gibi tüter içten içe… Kimi zaman da bülbül kesilir, söylediği her türküde sevgili vardır. Onun gözüyle seyreder dünyayı, onun yorumuyla mırıldanır şarkıları…
Bakınız, bir hicazkâr şarkıda ne diyor:
Sen aşkımı canlandıran en tatlı emelsin
Bir hande-i sevdâ gibi bin zevke bedelsin
Ettikçe tebessüm, akıyor nûr-i letâfet
Mecliste de, tenhâda da, her yerde güzelsin
Aşk bir teslimiyettir, bir eriyiştir. Şu da bir gerçek ki, aşk hiçbir edebiyatta şarktaki kadar çileli ve dikenli değildir. Bakınız divan edebiyatı şairlerimizden Şem’i ne diyor:
Gözümün yaşı gibi düştü gözümden dünya
Yârdan gayri görünmez gözüme kimse benim
Kanuni Sultan Süleyman Han ise ne güzel söylemiş:
Ya lütfeyle yüzün göster, ya sorma cürmümü, öldür
Seni sevmek günah ise efendim, çok günahım var
Bütün bunların yanında sevmek âşık olmakla eş anlam taşımaz. Bu konuda hem okuduğum eserlerin, hem de kendi tecrübelerimin ışığında bunu kanıtlayan birkaç noktayı sıralamak istiyorum:
Âşık olmak bir istek hareketi değildir. Bilinçli bir seçim de değildir. Aşka ne kadar hazır ve hevesli olursak olalım, onu denememiz yine de imkansız olabilir. Tam tersine aşk, onu hiç beklemediğimiz bir anda ve uygunsuz bulunduğumuz bir zamanda kapımızı çalabilir. Bize hiç de uygun olmayan birine âşık olabiliriz.
Buna rağmen, aşk bambaşka bir duygudur. Âşık böyle bir durumda bile sevdiğini bırakamaz, vazgeçemez ondan. Aradaki mesafe arttıkça aşkının dozu artacaktır.
Sevdiğimizle birlikte tüm engelleri aşacağımıza inanırız. Aşkımızın gücünün tüm güçleri etkisiz hâle getireceğini düşünürüz; gelecek tümüyle aydınlık olacaktır.
İşte, âşık olduğumuz zaman benliğimizi saran bu gerçek dışı duyguların, eğer vuslat gerçekleşirse sadece bir hayal olduğu anlaşılacaktır…
