Duygusal
İstemekle âşık olunmuyor maalesef!
“Can verme gam-ı aşka kim, aşk âfet-i candır
Aşk âfet-i can olduğu meşhûr-i cihandır”
Divan şâiri Mesihî böyle diyor. Aşk üzerine tartıştığım çok kişi de aşkı tanımsız olarak niteliyor. Mesela bazıları, “Kişinin iradesi dışında kendini bir anda içinde bulduğu bir şanssızlık, bir budalalıktır aşk. Kesbî değil, vehbîdir” diyor.
Belki doğrudur, aşkın kendisi için şanssızlık olduğu, budalalık olduğu kimseler yok değil. Belki birçok insan için böyledir; şanssızlık diyorum, çünkü o insanlar aşk için (veya aşk zannettikleri tasavvurlar için) kendilerini paralıyor, kötü ve bedbaht yollara başvuruyorlar. Ancak şu var ki, aşk bir nevi olgunlaşma evresidir insanın; insan aşkı yaşadığı zaman duyguları sağlamlaşır ve metaneti artar.
Aşkı zamanımızdaki durumuyla değerlendirirsek, durum farklılık gösterebilir. Gerçekten de bazılarının dediği şekilde, günümüzde her şeyin bayağılaştığı gibi, aşkın anlamının da bayağılaştığını görüyoruz. “Aşk yapmak” diyor adam, o zaman cinsel çağrışımlar yapıyor aşk kelimesi. Aşk şarkılarda geçiyor, kliplerde saçma sapan ilişkiler şeklinde canlandırılıyor. Delikanlı kıza, “Sizden hoşlandım, beraber çıkabilir miyiz?” diyor, kız kabul ederse delikanlı ile kız aşk yaşıyor oluyorlar.
Yoo, yoo… Bütün bu saçmalıkların o aşka yüklenen benzersiz duygularla alakası yok. Bu duygular kesinlikle cinsel hezeyanların ve hedeflerin kurbanı olmuşlar.
Evet, aşk gerçekten yok mudur? Bazıları belki budalalık, saçmalık ve anlamsız bir hilkat garibesi olarak görebilirler aşkı. Ben bunlara bir şey demiyorum, zaten bunu söyleyenler açıkça ifade ediyorlar: “Ben hiç âşık olmadım” diyorlar.
Balı tatmadıkça, gülü koklayıp hissetmedikçe nasıl anlatabilirsiniz? “Belki bazı istisnalar vardır” diyorlar, “gerçek aşkı yaşayan, hisseden kimseler olabilirler.”
Katılıyorum, aşk kesinlikle kişinin iradesi dışında gelişen bir durum, kesbî değil, vehbî… Ancak yaşamadığı için, tatmadığı için, koklamadığı için balı ve gülü inkar etmek mantıksızlık olur.
Aşkın gerçekten var olduğundan kuşku duymuyorum. Ve öyle şeylere kaadir ki, insanın havsalasına otomatikman bir set çekiyor, yollarına dikenler yerleştiriyor. İşte aşk, o dikenlere basmadan yürümeye çalışmak. Ama basmamak mümkün mü?
Peki aşk ne ile kâim? Devamlılığı neye bağlı? Veya aşk hep devam ediyor mu?
Bence aşk uzaklıkla, yahut ulaşamamakla kâim. Aşk dediğim duygular, sevgiliden uzak olduğu veya ona ulaşamadığı için âşığı zirveye ulaştırmıştır. Aşk, kavuşulduğu anda biter.
Öyle bir şey ki, aşk esnasında cinsel hiçbir duyguya yer yoktur. Var olan şey, sevgili, onun güzelliği, ayrıca ruhunun müstesna yüceliğidir. Meşhur Divan şairi Şeyhülislam Yahya Efendi’nin dediği gibi:
“Bülbüller öter, güller açar, şâd gönüller yok
Hiç böyleliğin görmemişiz fasl-ı baharın”
Aşk öyle bir fasl-ı bahar ki, gerçekten de bülbüller öter o baharda, güller açar, gönül huzur ve sükundan uzaktır. Aslında uzak değildir, aşkın zevki, aşkın huzuru hepsinden daha muhteşemdir. Aşk insanı ulvî bir cihete sevk eder. Âşık insan kötü yollara sapamaz, kendini harap edemez, ruhî bunalımlar geçiremez. Zaten insanın ruhu aşkın zevki ve ateşiyle doludur. Bu haldeyken neden var oluş gayesinin dışına çıksın?
Âşık çöllere düşebilir, dağları delebilir, sevgiliye ulaşmak için her yolu dener, denemelidir. Çünkü âşık için başka seçenek yoktur. Yeter ki zerre miktarı bir umut olsun sevgiliden yana.
Sevgilisine kavuşamadığı için intihar edenler, başkalarını öldürenler, yakanlar, yıkanlar vs. bunlar ne oluyor öyleyse? Eğer sevgili için umutlar tükenmişse, bu yüzden bunları yapıyorsa?
Âşık için bütün bunlar, yani var oluş gayesine aykırı temayüller başladığı, kendisine ya da başkasına zarar vermeye başladığı zaman aşk bitmiştir. O zaman aşkın olgunluğunda zirvelere ulaşmış kişi yoktur. Aşk o kişi için bu anlamsız yönelişlere bir bahane olur. Gerçek aşk, hiçbir zaman insanı, tabiatının dışında bir saçmalığa, aykırılığa götüremez. Götürüyorsa aşk, aşk olmaktan çıkmış, sadece o kisveye bürünmüştür.
Vehbî dediğimiz aşk, neticede tekamüle ulaştırdığı insanı yaratıcısına daha yakın kılar. Özü budur.

Latif
24 Eylül 2010 / 20:19
hocam qerçekTen qüzeL oLmuş.elinize,kaleminize sağlık…